İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SÜNNETİN YERİ
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE SÜNNETGünümüzde Hıristiyanlık ve Yahudiliği incelediğimizde,bu dinlerin insanlığı kurtarmak bir yana,tam aksine ona hakim olmak,onu adeta bir sömürge haline getirmek amacında olduğu görülür.Bu şartlar altında insanlığın kurtuluş ümidi olarak sadece “İslam” kalmaktadır.Burada önemle vurgulanması gereken bir husus,kastettiğimiz İslam’ın günümüz şartlarında,teorisi ve pratiğiyle çerçevesi çizilmiş bir İslam olmayıp;teorisinin yeniden ortaya konması ve pratiğe dökülmesi gereken bir İslam olduğudur. İşte bizim burada kastettiğimiz ,tarih boyunca Müslümanlar tarafından anlaşılmış ve uygulanmış şekliyle değil;Kuran ve onun pratiğe geçirilmiş şekli olan sünnette yer alan ilke ve değerler olarak İslam’dır.Bu İslam potansiyel olarak içinde yaşadığımız çağın problemlerinin üstesinden gelebilecek güçte olmakla beraber ,henüz hayatın her alanını kuşatan kapsamlı bir proje,bir dünya görüşü olarak geliştirilmemiştir.İşte hayati önem taşıyan bu projenin gerçekleştirilmesi için başvurulacak temel kaynakların Kuran ve Sünnet olduğu kuşkusuzdur.Bu projede uygulanacak metod klasik yöntemlerden gerekli gördüğü unsurları almakla birlikte,onlara ilaveten sosyal bilimler alanındaki çağdaş gelişmelerden de yararlanmak durumundadır.Bu yeni yöntem Tefsir-Hadis-Fıkıh-Kelam vb. arasındaki yöntemle ilgili farklılıkları asgariye indirmeyi ve mümkünse kaldırmayı amaçlar.
Sünnetin Yorumlanması:Sünnetle ilgili geçmişte yapılmış olan yorumlar,döneminin düşünce ve toplum yapısını yansıttığından,bunların günümüzde de geçerli olması,-bazı istisnalar hariç- genelde mümkün değildir.Değişen şart ve ihtiyaçlara uygun olarak nasıl her asırda Kuran yeniden yorumlanmış,yeni yeni tefsirler yazılmışsa,aynı şekilde sünnetinde daima yeniden yorumlanması gerekir.Fakat maalesef bugün,çağdaş bir şerh olma iddiasıyla yazılmış olan hadis yorumlarının ve şerhlerinin büyük çoğunluğu,geçmiş yorumların tekrarı olmaktan öteye gidememektedir.Yine hadis/sünnet eğitimine baktığımızda genelde verilen hadis eğitiminin pek çoğu öğrenciler açısından günlük hayatta uygulanma imkanı bulunmayan bilgilerdir.Yani Sünnet-Siret “yaşanması gereken bir olgu olarak değilde bilinmesi gereken bir malumat olarak algılanmaktadır.
Klasik Sünnet tanımlarının Değerlendirilmesi ve Yeni Bir Sünnet Tanımı Denemesi:
İslamın yeniden yorumlanması yolunda yapılacak çalışmalarda öncelikle temel alınması gereken kaynağın Kur’an olduğu çağdaş İslam düşünürleri tarafından pek çok eserde savunulmuştur.Günümüzde Müslümanlar –gelenekçi olsun,modernist olsun- tekrar kurana dönmek gerektiği konusunda hemen hemen fikir birliği etmiş durumdadır.Bu yolda atılan müsbet adımlardan biri de Kuranın çağdaş bir yorumu için sağlıklı bir metod geliştirme yolunda önemli mesafelerin katedilmiş olmasıdır.Seyyid Kutub “fi Zilal’il Kuran”ı ile çağdaş tefsirin en güzel örneğini ortaya koymuş;Muhammed İzzet Derveze –bildiğimiz kadarıyla – ilk olarak kuranın nüzul sırasına gör tefsirini gerçekleştirmiştir.Ancak her iki tefsirde kuranın ayetlerini tek tek tefsir etme prensibine bağlı kalmıştır.Ardından tefsirde yeni bir yaklaşım olan “bütünlük ilkesi” ortaya atılmıştır.Kuranın beşeriyete sunduğu “sistemi” ortaya koyan müstakil bir eser mevcut değildir.Bu alanda yapılan yegane çalışma ise –bildiğimiz kadarıyla- Thomas Ballantine Irving,Khurshid Ahmed ve Muhammed menâzir Ahsen tarafından hazırlanan “The Qur’an-Basic Teachings” adlı eserdir.
İslamın temel kaynağı kuran konusunda bu olumlu gelişmeler olurken,sünnet konusunda da benzer çalışmaların yapılmış olması beklenirdi.Sünnet konusunda yapılan çalışmalarda ya sünnet konusundaki bazı tenkitlere karşı onu savunma amacına,yada bazı islami meselelerin hadisler ışığında ele alınması amacına yöneliktir.Bu çalışmalar kesinlikle yararlı ise de asıl önemli olan 14 asırlık birikimimizi gözden geçirmek,değerlendirmek ve bu değerlendirmenin ışığında çağın ihtiyaç ve şartlarına uygun bir sünnet anlayışı geliştirmektir. Müslümanların büyük kısmı genellikle dini bilgilerini ve tabiatıyla sünnet kültürünü,aileden ve çevreden aldığı bilgiler yanında,camilerde verilen vaaz ve hutbelerden sağlamaktadır.Okumuş kitleler ise,din dersleri,dini okul ve yüksek okullarda verilen hadis-sünnet dersleri ve bunlara ilave olarak okudukları çeşitli eserler aracılığı ile sünnet kültürünü elde etmektedir.
Gerek halk düzeyinde,gerek öğrenciler üzerinde yapılan gözlemlere göre sünnet denince ilk akla gelenler genelde;namazın sünnetleri,sünnet olmak,misvak kullanmak,gümüş-akik yüzük,sarık sarmak,yemeğe tuzla başlamak,sakal bırakmak vb…Bu sayılanlardan farklı olarak,diğer İslam toplumlarında sünnet olarak ele alınıp üzerinde durulan konulara dair şu örnekleri verelim.Mesela Ebu Abdirahman Mukbil b.Hâdî el-Vâdi’nin Ayakkabılarla namaz kılmanın meşruiyeti adlı eserinde sergilediği sünnet anlayışını özellikle zikredelim.Yazar insanların pek çok sünnetten habersiz olduklarını,sonrada bunları terk ettiklerini ,sonra da bu sünnetleri ihya etmek isteyenleri delaletle suçladıklarını belirtiyor ve ayakkabıyla namaz kılmanın da unutulan sünnetlerden olduğunu hadisleri zikrederek,bir sünneti ihyaya çalışmaktadır. Yazar bununla da yetinmemiş,mescid ve camilerdeki halı,kilim vb. yaygıların da kaldırılması gerektiğini,zira Rasulullahın toprak zeminde namaz kıldığını,dolayısıyla ona uymak gerektiğini ima etmektedir.Benzer bir anlayışta,bazı İslam ülkelerinde dindar insanlar,elbiselerin eteklerinin uzatılmasının aleyhindeki bazı hadislere dayanarak,elbiselerini topuklarının yukarısında olacak şekilde kısaltmayanlara şiddetle karşı çıkmakta,hatta böyle kişileri fazla dindar olmamakla suçlamaktadırlar..Yine toplumumuzda hakses dergisinde “unutulan sünnetlerimiz ve namazda sarık sarmak” başlığı altında yayınlanmış makale,toplumumuzdaki sünnet anlayışının tipik bir örneğidir.Verdiğimiz bu örnekler şunu göstermektedir.verilen sünnet anlayışlarında parçacı,gelişigüzel bir yaklaşım olup yazarların üzerinde durdukları konuların öze,esasa değil,teferruata taalluk eden konular olduğudur.Bu örnekler gösteriyor ki sünnetin ana konuları ve özellikle Müslümanların toplumsal problemleri üzerinde durulması gerekirken,ferdi bir sünnet anlayışının zihinlerde hakim olduğunu gözler önüne sermektedir.Bu tür sünnet anlayışının yeterli olduğunu savunmak ve sünneti bu örnekler düzeyine indirgemek,fakat sayısız problem yığını altında ezilen İslam ümmetinin bu durumdan kurtulması için “sünnet”ten nasıl ilham alınabileceği üzerinde durmamak,aslında kelimenin tam anlamıyla “ölünün yüzünü pudralamak” tır.Kaldı ki sünnete uyma iddiasıyla gündeme getirilen meselelerin pek çoğunun gerçekten sünnet olup olmadığı dahi tartışılabilir bir konudur.Mesela sarıkla namaz kılmak,akik ve yakut yüzük takmak ve yemeğe tuzla başlamak,3 aylarda aralıksız oruç tutmak gibi,özellikle bizim toplumumuzda sünnet olarak bilinen hususların dayandığı hadisler genellikle uydurma yada son derece zayıf rivayetlerdir.(Kadir gecesi hariç,regaip,berat,miraç ve mevlüt kandillerinin kutlandığı gecelerin faziletine ve bu gecelerde yapılması gereken özel ibadetlere-namaz,oruç vb..- dair sahih hadis bulunmadığına ve bu konudaki hadislerin çoğunun uydurma olduğuna dair deliller:Ebu Şame el-Makdisi,kitabı:el Bais ala inkari’l ve ve’l havadis(kahire)) .Görülen odur ki,mevcut sünnet anlayışımız,geçmişin sırf bir tekrarı olmakta öteye gidememekte ve çağdaş İslam toplumlarının karşılaştığı meselelere yol gösterememektedir.
Niçin Bugüne Kadar Yeni Bir Sünnet Tanımı ve Anlayışı Geliştirilemedi?
a)Sünneti bir model,yaşayış tarzı ve dünya görüşü olarak değil,mücerret bir delil olarak algılama alışkanlığıdır.Ancak son birkaç asır öncesine kadar İslam dünyası ,iyi veya kötü,islamı bir hayat nizamı olarak benimsemiş ,sünneti bir delil olarak algılamayı yeterli görmüştür.Son asırlarda İslam devletleri teker teker çökmüş ve birçoğu İslam a düşman olan güçlerin hakimiyetine boyun eğmek zorunda bırakılmışlardır.Bu durum Müslümanların bağımsızlıklarını tekrar elde etmenin çarelerini araştırmaya sevketmiş.Neticede Müslümanlar islamı bir ideoloji,bir hayat tarzı ve dünya görüşü olarak algılamadıkça,içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının mümkün olmayacağını idrak etmişlerdir.İşte bu gerçek Müslümanların islama,kuran ve sünnete bakış açılarını köklü bir şekilde yeniden gözden geçirmeye zorlamıştır.
b)Geçmişte yaşamış olan İslam alimlerinin seviyelerini erişilmez kabul edip,onların geliştirdikleri tanımlardan daha iyilerini yapamayacağımız düşüncesi.Ancak bu tür bir anlayışın İslam ı dondurmak ve hatta tabir caizse geleneği kutsallaştırmak anlamına gelmektedir.Şu asla unutulmamalıdır ki,islamın her zaman ve her mekanda geçerli olabilmesi,onun değişen şartlara ve değişen yorumlara açık olmasıyla mümkündür. ”ictihat” adını da verebileceğimiz bu önemli prensip ne yazık ki sadece fıkha hasredilmiş ve tefsir,kelam vb.. branşlar yanında sünnet tanım ve anlayışımızda da bir ictihattan söz edilebileceği düşünülmemiştir.Yeni bir sünnet anlayışı geliştirmek,aslında geçmiş alimlerin izinden gitmek;geçmiş tanımları değiştirilmez kabul etmek ise bu alimlerimizin benimsemiş oldukları metoda karşı çıkmaktır.
c)Uygun zemin bulunamayışı.Genelde yenilikçi bir mahiyet arzeden her teşebbüs birtakım tepkilerle karşılaşır.Yeni olan her şeye sırf yeni olduğu için karşı çıkmak yanlıştır.Ancak özellikle halk kitleleri bu şekilde düşünmek yerine,mevcut düşünce ve anlayışları adeta dinini müdafaa edercesine savunma cihetine gitmiş ,kendisinin sahip olduğu inanç,düşünce ve anlayışların –bunlar Kuran ve sünnetten uzak,bidat ve hurafelerle dolu dahi olsa-dışına çıkan her düşünceyi sapıklık delalet veya günümüzün yaygın deyimiyle “dinde reformculuk” olarak damgalama eğilimi göstermiştir.Sünnet ilkelerinden uzaklaşmış ve sık sık totaliter bir karakter kazanmış olan yönetimlerde,yeni bir sünnet anlayışı getirmeye çalışmak,mevcut yönetimle karşı karşıya gelecektir.Buna örnek olarak;yönetimin baskılarına maruz kalan İmam-ı Azam Ebu Hanifeyi ,“mihne” olaylarında yönetim tarafından işkencelere tabi tutulan İmam Ahmet b.Hanbeli ve hısımlarının yönetimi arkalarına alarak hapse attırdıkları İbn. Teymiyyeyi örnek verebiliriz.
Klasik Sünnet Tanımlarının Değerlendirilmesi:14 asırlık geleneğimize baktığımızda ,sünnetin tanımı konusunda,hemen hemen benzer şekillerde ifade edilmiş olan başlıca 4 tanım üzerinde ittifak edildiği görülür.
1-Hadisçilerin Tanımı:Şeri bir hüküm ifade etsin yada etmesin,Hz. Peygamberin bütün sözleri,fiilleri,takrirleri,onun hayatına dair bilgiler,sünneti oluşturur.2-Fıkıhçıların Tanımı:Farz ve vacipler dışında Hz. Peygamberden gelen hükümler sünneti meydana getirir.3-Usul-i Fıkıhçıların Tanımı:Kuran dışında,hz. Peygamberin şer’i bir hüküm teşkil eden söz,fiil ve takrirleridir.
4-Kelamcıların Tanımı:Kelamcılar sünneti bidatın karşıtı olarak tanımlamışlardır ki,aslında bu bir tanım olmaktan ziyade,bir şeyin ne olmadığını tarif etmektir.Bu tanımların eksik yönlerini şöyle sıralayabiliriz.
1-Sadece akademik ihtiyaçlara göre yapılmış olmaları.
2-Sünnetin toplumsal boyutundan ziyade,bireysel boyutuna ağırlık vermeleri.
3-Bağlayıcılık yönünden sünneti sınıflandırmamış olmaları.
4-Kuranın tanımların dışında bırakılmış olması.
1- Sadece akademik ihtiyaçlara göre yapılmış olmaları:Bu tanımlardan her birinin ,ilgili oldukları ilim dalının ihtiyacını karşılamakta yeterli olduğu söylenebilir.Ancak bir ilim dalına göre yapılmış olan sünnet tanımının,diğer ilim dalına uygulanması,o ilim dalı için de geçerli olması söz konusu değildir.Bu durumda sünnete tabi olmakla yükümlü bir Müslüman acaba hangi sünnet tanımını esas alacaktır?
2- Sünnetin toplumsal boyutundan ziyade,bireysel boyutuna ağırlık vermeleri:Bu tanımların hiçbirisinde sünnet;sosyal,ekonomik,ahlaki,siyasi vb. açılardan ele alınmamıştır.Sünnet,fert planında Hz. Peygamber gibi islamı yaşamak olduğu kadar,aynı zamanda –hemde daha önemli olarak- Hz. Peygamberin oluşturduğu Medine toplumu gibi bir toplumu çağımızda oluşturmaya çalışmaktır.Yani sünnetin temel amacı,sadece iyi birer Müslüman yetiştirmek değil,bilakis Hz. Peygamberin bütün gayretleri,Kuranın ilkelerini esas alan,Kurana dayalı bir toplum oluşturma gayesine yönelikti.Oluşturulan bu toplumda da nihai görevini de Ali İmran,110. ayetti bizlere açıklamaktadır.“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz;iyiliği emreder,kötülüğü yasaklar,Allah’a da inanırsınız.”
3- Bağlayıcılık yönünden sünneti sınıflandırmamış olmaları:Bu tanımlar sünnetin tamamının mı,yoksa bazılarının mı mutlaka uyulması gerekli olduğu konusunda bize herhangi bir fikir vermemektedir.Bu konuda günümüzde yapılmış en detaylı çalışma;Muhammed Tahir b.Âşur’un yaptığı tasniftir.Âşura göre sünneti 12 kategoride mütalaa etmek mümkündür.Bunlar:
Yasama,fetva,yargı,devlet başkanlığı,iyiye güzele teşvik,arabuluculuk,fikir danışanlara yol gösterme,nasihat,insanları en mükemmel olana yönlendirme,yüce hakikatleri telkin,tehdit ve azarlama,yaratılış icabı ve maddi ihtiyaç gereği yaptıkları.Saydığımız bu maddelerde ilk 3 ü hariç diğer başlıkların bağlayıcılığı yoktur.Fakat günümüzde birçok Müslüman,bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti ayrım yapmaksızın,bir bütün olarak kabul etmektedir.Şalvar giymek,masada yemeyip yerde yemek yemek,çatal bıçak kullanmayıp elle yemek,koltuk yerine yerde oturmak gibi hususlar sünnet olarak kabul edilip,bunlar üzerinde ısrarla durulmaktadır.
1- Yasama:Sünnetin büyük çoğunluğu bu kategoriye girer.Çünkü Hz. Resul’un gönderiliş amacı ahkam bildirmektir:Hacc’ın nasıl yapılacağı, namazın nasıl kılınacağı…gibi
2- Fetva ini konularda Hz Resul’e sorulan sorulara O’nun verdiği fetvalar…Bu fetvalar bağlayıcıdır!
3- Yargı:İhtilaflı iki taraf arasında Hz. Resul’un verdiği hükümler.Bu kategorinin bağlayıcılığı da söz konusu şahıs, durum ,şartlara bağlıdır.Mesela sıcak bölgelerde fermastasyona sebep olan bazı kapların kullanımının yasaklanıp …bu yasağın soğuk bölgelerde gecerli olmaması gibi…
4- Devlet başkanlığı : Peygamber olarak değil, devlet başkanı olarak verdiği hükümler:Harpte düşman üzerinden alınan eşyaların kullanılabileceği hükmü gibi…Dvelet başkanı izin vermezse düman üzerindeki eşya alınmaz...!
5- İyiye-güzele teşvik:Bu emir ve yasaklar mutlaka yapılması gereken şeyler değil , iyi –güzele teşvik amacını güder … “ Kölenize yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin ..hadisi gibi…Bu ideali ve en iyiyi teşvik etmeyi amaçlar…
6- Arabuculuk : İki tarafı anlaştırmak amacıyla ve iki tarafın rızasına dayalı olmak şartıyla ortaya konan çözümler :Mesela Ka’b bç malik ile Abdullah b. Hadred arasındaki alaak meselesinde “ alacağının yarısından vaz gecmesini Ka’b’a tavsiye etmesi gibi…Yoksa herkes alacağının yarısından vaz gecmek zorunda değildir…!
7- Fikir danışanlara yol gösterme :Hz Resul , Hz Ömer ‘in sadaka olarak verdiği atını sakatlanınca para ile geri almak istemesini caiz görmemesi buna örnektir…Fakihler ise bu alışverişi caiz görürler…Hz .resul yasak koymamış, sadece davranışı hoş görmemiştir.
8- Nasihat:Kendisine evlilik için gelenlere yaptığı tavsiyeler gibi…Bu tavsiye ve yönlendirmeleri emir-yasak değil , sadece nasihattir…
9- İnsanları en mükemmele yönlendirme :Bir çok emir ve yasağın amacı budur.Hasta ziyareti, cenazeyi takip,davete icabet etmek… gibi
10- Yüce hakikatleri telkin : Mesela sadakanın önemini anlatmak için söylediği: “Uhud dağı kadar altınım olsa , üç dinar kalıncaya kadar onu sadaka olarak dağıtırdım .” Ebu Zer bu hadisi Ümmete şamil kılmak ister ama Hz .Osman ona itiraz eder.
11- Tehdid ve azarlama :Tehdid ve İkaz amacı ile Hz resul’un mübalağa ifade eden cümleleri .Bu hadisin zahiri manalarını kabul etmek yanlış olur…Mesela :”Cemaatle namaz a gelmeyen Müslümanların evlerini başlarına yıkasım gelir .” hadisi …Böyl bir şey yapılmamıştır.Amaç gevşek Müslümanları ikazdır.
12- Yaratılış icabı ve maddi ihtiyaç gereği yapılanlar :Hz resul’un insan olarak yaptıkları şeyler.Yeme içme, giyinme , yürüyüşü, uyuması, Bedir savaşında İslam ordusunun mevzilerinin belirlenmesi…
Buraya kadar yapılan değerlendirmeler,hadisçiler,usul-u fıkıhçıkların ve kelamcıların sünnet tanımları için geçerli idi.Fıkıhçıların sünnet tanımına gelince “farz ve vacipler dışında Hz. Peygamberde gelen hükümler şeklinde tanımlanırken,sünneti mutlaka yerine getirilmesi zorunlu olmayan (ki buna mendup denir)hususlardan ibret olduğunu kabul etmişlerdir.Fakat Efendimizin bazı söz,hüküm ve davranışları,mesela;namazın kılınışı,zekatın nisap miktarı,haccın menâsiki gibi farz kategorisine dahil olup,bazı hükümleri ve davranışları da mesela;içkinin azının da haram olması,süt anne,süt kardeşle evliliğin haram olması gibi konular da haram kategorisine dahildir.Bu açıklamalar ışığında öngördüğümüz sünnet anlayışını bağlayıcılık açısından şu şekille şematize etmek mümkündür.
4-Kuranın tanımların dışında bırakılmış olması:Klasik sünnet tanımlarının beklide en önemli eksikliği Kuran’ın tanım dışı bırakılmış olmasıdır.Halbuki Hz. Peygamberin ortaya koyduğu sünnet temelde Kurandan kaynaklanmıştır.Yeni Bir Sünnet Tanımı:Hz. Peygamberin kendi döneminde İslam toplumunu,akide,ibadet,tebliğ,siyaset,ekonomi,eğitim,ahlak,hukuk vb. bireysel ve toplumsal hayatın her alanında yönlendirip yönetmede,Kuran başta olmak üzere,esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu bir zihniyet ve dünya görüşüdür.
Yapılan bu tanımın temel unsurlarını maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Sünnet koymak Hz. Peygamberin dönemiyle sınırlı ve ona mahsus bir olgudur.Bu yüzden Peygamberin vefatından sonra artık onun sünnet olarak herhangi bir şeyi ortaya koyması düşünülemez.Nitekim geçmişte ve günümüzde özellikle bazı tasavvufi çevrelerde,keşif ve ilham veya rüya yoluyla hadis aldıklarını iddia edenler vardır.Bu yaklaşımlar suistimallere çok açıktır çünkü önüne gelen her istediğini “ben bunu keşif ve rüya yoluyla aldım” diyerek Hz. Peygambere nispet etmemesi için hiçbir engel kalmaz.Diğer taraftan bu mümkün olsaydı,bugün İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu meselelerin çözümü doğrudan Hz. Peygamberden yine keşif ve rüya yoluyla alınırdı.
2-Sünnetin bireysel,toplumsal ve evrensel olmak üzere üç boyutu söz konusudur.Zira Sünnet ,bireyselliğe indirgendiği,sadece Hz. Peygamber gibi iyi bir Müslüman birey olmak ile özdeşleştirildiği sürece İslam dünyasının kurtuluşu sadece bir ütopya olarak kalmaya devam edecektir.
3-Sünnetin temel kaynağı Kurandır.Sünnetin tanımında Kurana 1. sırayı vermenin nedeni sünneti uygulamanın yolunun Kuranı uygulamaktan geçtiğidir.Çünkü hadisin isnadı sağlam bile olsa Kurana aykırı ise,feshedilmesi gerektiğidir.Çünkü Rasululahın yaşantısı asla Kurana ters düşmez.
4-Sünnet sadece şekil-lafız değil,şekil-lafızın altında yatan mana,ruh,ilke,hikmet ve amaçtır.Sünnet Peygamberin her dediğini her yaptığını aynen ve bunların altında yatan amaç,gaye ve ilkelere bakmaksızın tekrarlamak,taklit etmek değildir. sünnet bize Kuranın bir yorumu olması hasebiyle bireysel ve toplumsal prensipler verir.Bize düşen bunlardan yola çıkarak her zaman ve her mekanda,gelişen şartlar altında çağımız sorunlarına cevap hazırlamaktır. Kuran ve sünnet kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün meselelere hazır çözüm getirmemiştir. Nitekim Muaz b. Cebel’i Efendimiz Yemene görevli olarak gönderirken,ona karşılaşacağı meseleleri nasıl çözeceğini sorduğunda Muaz b. Cebel:”Önce Kuranda çözüm arayacağım,onda bulamazsam senin sünnet modeline bakacağım,ondada bulamazsam kendi görüşüme göre hüküm ve karar vereceğim.” Efendimizde bunu kabul etmiştir.Burada da açıkça görülmektedir ki sünnetin bütün meselelere hazır çözümler getirmediği düşüncesine daha Hz. Peygamberin sağlığında bile rastlanmaktadır.
Sünnetin ile veya prensip olmasının ne anlama geldiğini biraz daha açalım.Hz. Peygamber herhangi bir konuda bir sünnet ortaya koymuşsa bunu yaparken bazı amaçları gerçekleştirmeyi hedef almış ,bazı ilkeleri göz önünde bulundururdu.Mesela Abbad b. Şurahil yakınlarıyla beraber Medineye gelir ve açlığa dayanamayarak buğday tarlasına girer ve birkaç başaktan taneleri toplar.Durumu gören tarla sahibi gelip onun elbiselerini alır ve onu döver.Bunun üzerine abbad Efendimize giderek durumu anlatır.Efendimizde tarla sahibini çağırtıp ona niye böyle yaptığını sorar.Adam da abadın yaptıklarını anlatınca Resulallah “O bilgisiz idi,sen ona öğretmedin;aç idi karnını doyurmadın.Elbiselerini ona geri ver!” der ve abadın yediği buğday karşılığında tarla sahibine bir ölçek buğday verilmesini söyler(nesai,ebu davud).Buradan anlıyoruz ki Hz. Peygamber bir kimsenin malını onun izni olmaksızın alan birine,onun bu fiili işlemeye sevk eden sebepleri araştırmaksızın yargılama ve cezalandırma cihetine gitmemiştir.Kısacası sosyal adaleti hakim kılmadan,bir ceza sistemini uygulamaya çalışmak kadar Kuran ve Sünnete aykırı bir şey olamaz.Konuyla ilgili olarak zekat müessesesinden de örnekler verilebilir.Mesela Hz. Peygamberin zekatın sadece buğday,arpa,hurma ve kuru üzümden alınmasını emrettiği bir rivayete bakarak İbn. Ömer,Ahmet b. Hanbel,Musa b. Talha,İbn. Sîrîn,Şa’bî,Hasan b. Salih,İbn. Ebi Leyla,Abdullah b. Mübarek ve Ebu Ubeyd,tarım ürünlerinde zekatın sadece bu dört sınıftan alınacağı görüşünü ileri sürmüşlerdir. Hz. Peygamberin hadiste sadece bu 4 tarımsal ürünü zikretmesinin nedeni,o zaman bu ürünlerin başlıca üretim çeşitlerini teşkil ediyor olmalarıdır.Sünnete uygun olan ise her türlü tarım ürününden zekat alınmasıdır ki,İmam Azam, Davud ez-zahir ve maliki mezhebine mensup olan İbnu’l Arabi de bu görüşü savunmuştur.
Yine Hz. Peygamber Hayber'in fethinden sonra ganimetleri dağıtmıştı.Halife Hz. Ömer zengin Suriye topraklarını fethettiğinde savaş arkadaşları Hz. Peygamberin hayber’deki tutumunu hatırlatarak arazinin kazanmış kişiler arasında paylaştırılmasını istediler.Nitekim Kuranda da şöyle geçiyordu.(Fetih,20): “Allah size,ele geçirdiğiniz bol ganimetler vaat etmiştir” Hz. Ömer bu isteği geri çevirdi.Çünkü bu toprakların dağıtılması,Suriye’de bir çeşit derebeylik kurulması demekti.Buda Kurana ters düşerdi.Yine Efendimiz islamın güçlükle yayıldığı bir dönemde,ümmetin servetinin bir kısmının maddi sorunlardan ötürü islama geçmekte tereddüt eden kimselere yardım olarak ayrılmasını kararlaştırmıştı.İslam toplumu güçlü ve zengin hale gelince Hz. Ömer bu uygulamaya son verdi.Sünnetin şekilden ziyade,ilke prensip,amaç,gaye olduğu ile ilgili günlük hayattan bir örnek verelim.Ağız temizliği ile ilgili olarak özellikle misvak kullanmanın sünnet olduğu kanaati hayli yaygındır.Bu yaygın kanaat ise “şayet ümmetime zorluk vermeyecek olmuş olsaydım,onlara her zaman “sivak”ı emrederdim” hadisinin ve sivak kelimesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır.Zira bu ve benzeri hadislerde geçen “sivak” kelimesi,fırçalamak veya fırça anlamındadır.Diş fırçalamada kullanılanların en iyisi,arak ağacının dalıdır,çünkü bu dallar damağı kuvvetlendirir,diş hastalıklarını önler,sindirimi kolaylaştırır,idrarı arttırır.Bununla birlikte fırça ve benzeri gibi dişlerin kir ve pasını gideren,ağzı temizleyen her türlü aletin kullanılmasıyla sünnete uyulmuş olur(Seyyid Sabık).Buhariden nakledilen bir hadiste de “Diş fırçalamak ağzı temizler,Rabbinin de rızasını celbeder”.Burada anlaşılan,kişi ağzını ne kadar temizlerse,sünnete o kadar çok uyar.
5-Sünnet,ilke prensiplerin oluşturduğu bir zihniyet ve dünya görüşüdür.Sünneti bir dünya görüşü haline getirmek için,sadece hadis ilmi tarafından ve sadece klasik hadis kültürüne dayanarak yerine getirilebilecek bir iş değildir.Bundan dolayı sünnetin kapsadığı alanlarla ilgili çağdaş disiplinler ve özellikle sosyal bilimler ile hadis ilmi arasında ortaklaşa çalışmaların başlatılması gerekmektedir.
İslam’da Sünnetin Konumu:Hayatta iken Hz. Peygamber hem vahiy hem de vahiy dışı kendi sözleri ve davranışlarıyla Müslümanların tek dînî ve siyasi rehberi idi.Sahabe olayları Hz. Peygamber ile birlikte yaşadıkları için onun,neyi,niçin,hangi amaçla ve hangi şartlar altında yaptığını veya söylediğini anlamada büyük bir sorunla karşılaşmadılar.İlk 4 halife de,ortaya çıkan yeni durumları Kuranın ve Hz. Peygamberin kendilerine öğrettiği şeylerin ışığı altında kendi hükümlerini uygulamak suretiyle karşıladılar.Ancak sünnetin canlı şahidlerinin kalmadığı dönemlerde,sünnetin rivayet yoluyla nakledilmeye başlanması bir takım problemleri beraberinde getirdi.Bilhassa siyasi ihtilaflar ve bunları takip eden siyasi ve itikadi guruplaşmalar,beraberinde hadis uydurma olgusunu getirdi.Yine islamın muarızları da İslamı dejenere etmek için hadis uydurma faaliyetlerine katıldılar.Artık Hz. Peygambere ait olanla olmayanı ayırt etmek için İslam alimleri “isnad” tekniğini geliştirdiler.14 asırdır sürmekte olan bu çalışmalar sonucunda artık hadis ve sünnet ile ilgili hiçbir sorunun kalmadığını söyleyemeyiz.Birçok eserde sahih olduğu ifade edilen hadisler arasında hala Kurana,tarihi gerçeklere,kesin ilmi verilere ters düşen birçok hadise rastlanması,bazılarının hadise olan güvenini sarsmakta,pek çok hadisin reddedilmesi hatta toptan hadisleri reddetme cihetine gidilmektedir.Sünnet inkarcılığı ile damgalanmış olanlar ilk olarak hariciler ve mu’tezilerdir.Ancak bu gurupların kendi hadis mecmularını oluşturduklarını görmekteyiz.
Birçok alim bir kısım hadisleri reddettiğinden hadis münkiri olarak adlandırılmakta.Fakat bir İslam alimi bir hadisi redettiğinde bunun anlamı Hz. Peygamberin hadisi olduğunu bile bile onu reddediyor demek değildir.Bilakis hadisin Hz. Peygambere ait olduğunu redettiği anlamına gelir.Bir hadisin sağlam olabilmesi için metninde aranması gereken şartlar vardır.Hadisin isnadının sağlam olması metninin de sağlam olduğunu göstermez.Bir hadisin kabulu ve reddi konusunda herkes kendi kanaatinde ısrar edebilir.Mesela İbn. Ebi Şeybe Musannef’inde İmam Azamı pek çok hadisi kabul etmemesinden dolayı reddetmiştir.Buhari de Sahih ‘inde İmam Azamın birçok görüşünü eleştirmiştir.Buna mukabil Hanefiler de Buharideki pek çok hadisi delil olarak kabul etmemişlerdir.Hadisçiler özellikle tasavvuf eserlerinde mevcut çok sayıdaki hadisi uydurma olduğu gerekçesiyle reddetmişlerdir.Bunu en açık örneği İmam Gazalinin İhya’sındaki hadislere yöneltilen eleştiriler oluşturmaktadır.Tefsirde de durum aynıdır.Pek çok müfessir tefsirlerde uydurma veya israiliyattan olan rivayetleri aldıkları için eleştirilmişlerdir.(Bkz.Dr.Abdullah Aydemir,Tefsirde İsrailiyat).
A-Sünnetin Reddi ve Sadece Kuran ile Yetinme Düşüncesi:Bu düşüncenin izleri islam’ın ilk yıllarına dayanmaktadır.Sadece Kuranla yetinmek isteyen birine Efendimiz “sen ahmak adamın birisin.Kuranda öğle namazının 4 rekat olduğunu,kıraatin alçak sesle yapılabileceğini bulabilir misin?Bulamazsın çünkü Allah’ın kitabı mücmeldir.Bunların tafsilatını ise sünnet vermiştir” demiştir.Başka bir hadiste de Hz. Peygamber bu konuyla ilgili şöyle demiştir.”Bilin ki bana kuranla birlikte onun bir benzeri de verilmiştir.Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin “sadece bu Kurana sarılın.Kuranın helal dediğini helal,haram dediğini haram kabul edin” diyeceği zamanlar yakındır.Bilin ki Allah’ın Resulünün haram kıldıkları da Allahın haram kıldıkları gibidir.”(Ebu Davut,Tirmizi,İbn. Mace)
-Sadece Kuranın yeterli olacağını savunanların delilleri: ”Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”(En’am 38).Bu ayeti inceleyecek olursak,bu ayetin harfi anlamında,insanoğlunun bu güne kadar sahip olduğu bütün bilgileri tek tek Kuranda bulmamız gerekirdi.Bu ayette Kuranın her şeyi açıklamasının sadece insanlığı hidayete ulaştıracak ilkelerle ilgili olduğunu kabul etmek gerekecektir.Zira namaz,oruç,zekat,hac vs. çeşitli konuların teferruatları Kuranda bulunmamaktadır.
-Zikri biz indirdik,onu koruyacak olanda biziz.(hicr 9).Bu görüş sahipleri “Allah bu ayette sünnetin değil Kuranın korunacağını bildirmiştir.Sünnette Kuran gibi delil olsaydı Allah onuda korurdu” demektedirler.Bu görüştekiler Hz. Peygamberin sözlerinin yazılmasını yasaklayan hadisleri iddalarına dayanak olarak almakla farkında olmadan bir çelişkiye düşmekteler.Zira Hz. Peygamber Kuran gibi yazılmasını emretmediği için hiçbir hadisi delil olarak kullanmamak gerekir.Yine bu düşünce bizleri tehlikeli bir sonuca sürükler.Çünkü Kuranı Hz. Peygamber yazdırdığına göre,orijinal Kuran nerede şeklinde bir soru akla gelir.Orijinal metin olmadığına göre,Kuranın yazıya geçirilmiş olmasının bizim için ne anlamı olabilir?Kuranın güvenilirliğini sadece onun Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış olmasına bağlamak,çok tehlikelidir.Halbuki Kuranın güvenilirliği ,onun asırlar boyunca sadece yazılarak değil onbinlerce Müslüman tarafından ezberlenmek suretiyle bizlere ulaşmasında yatmaktadır.
-“Hüküm ancak Allah’ındır”(en’am 57)Geçmişte haricilerin sloganı olan bu ayete bakılarak hükmü sadece Allahın vereceğini,Kurandan başka hüküm koyulamayacağını savunulur.Ancak ayetin tamamını incelediğimizde nasıl bir yanlışa düşüldüğünü görürüz.“Deki:Ben Rabbimden gönderilen açık bir delile dayanıyorum.Halbuki siz onu yalanladınız.Hemen gelmesini istediğiniz(azabı getirmek ise) benim elimde değildir.Çünkü hüküm ancak Allah’ındır.O doğruyu haber verir ve O hükmedenlerin en yücesidir” Görüldü gibi konu müşriklerin Hz. Peygamberi susturabilmek için ortaya attıkları azabın gelmesini istemelerinin Hz. Peygamberin değil Allahın elinde olduğudur.Bu ayetin genel anlamı,hüküm vermede başvurulması gereken temel ilkeleri ve değerleri vazetmek Allah’a mahsustur demektir.
Sünnete gerek olmadığını ileri sürenlerin bir düşüncesi de şudur:”Müslümanlar sadece vahiy yoluyla gönderilene tabi olmakla yükümlüdürler.Vahiy ise sadece Kuranla sınırlıdır” denmektedir.Ancak Kuranın lafzî anlamıyla yetinerek bütün meselelere çözüm getireceğini düşünmek yanlış olur,çünkü sadece Kuranın değil,sünnetin bile,karşılaşılan yeni problemlere hazır çözümler sunamadığı dönemlerde,kıyas,istihsan,kamu yararı vb.. içtihat teknikleri uygulanmak durumunda kalınmıştır.Ancak hadisler içinde Kurana aykırı olanların olduğu ileri sürülerek itiraz edilmek istenebilir.Bu durumda sünnetin devre dışı bırakıldığını varsayalım.Bu takdirde Kuranda açıkça yer almayan problemlerin çözümü bizlerin içtihadına terkedilmiş olacaktır.Bizler de bazı içtihatlarımızın hatalı olabileceğini öne sürerek içtihat-yorum hakkımızın elimizden alınması nasıl mantıksız bir tutum ise sünneti bize nakleden hadisler içinde Kurana aykırılık var diyerek sünneti ve hadisi tamamen reddetmek de mantıksızdır.Hülasa insafı elden bırakmamak ve kendimize tanıdığımız Kuranı yorumlama gereğini Hz. Peygambere tanımak en uygunudur. Başka bir husus ta:” Hz. Peygamberin verdiği hükümler yaşadığı dönemin ihtiyaçlarına uygundur.Bu nedenle sünnetin bu gün bizim için delil teşkil etmesi,geçerli olması mümkün değildir.” Bu ifadede sünnetin aynen taklit edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.Ancak sünnetin tanımı bölümünde,”sünnet sadece şekil-lafız değil,şekil-lafzın altında yatan mana,ruh,ilke,hikmet ve amaçtır” maddesinde sünnetin nasıl anlaşılması gerektiğini incelemiştik.
B-Sünnetin Bir Delil ve Kaynak Olduğunu Savunanların Dayanakları:
1- Hz. Peygambere itaati emreden ayetler.
2- Hz. Peygamberin hükümlerine boyun eğmeyi emreden ayetler
3- Hz. Peygambere isyan etmemeyi,ona karşı çıkmamayı emreden ayetler.
4- Hz. Peygamberin Kuranı açıklama görevinden bahseden ayetler.
5- Hz. Peygamberin haram helal kılma yetkisinin olduğunu ifade eden ayetler.
6- Hz. Peygamberin,Müslümanların uyması gereken güzel örnek olduğuna dair ayetler.
1-Hz. Peygambere itaat etmeyi,Ona karşı çıkmamayı,Onun hükümlerine boyun eğmeyi emreden ayetler:
Ali İmran 31-32:Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki,Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Zira Allah bağışlayandır esirgeyendir.De ki:Allah’a ve peygambere itaat edin.Eğer dönerlerse,bilsinler ki Allah kafirleri asla sevmez.
Nur 54:De ki:Allah’a itaat edin,peygambere itaat edin.Eğer ona itaat ederseniz,doğru yolu bulursunuz.Peygambere düşen açıkça tebliğde bulunmaktır.Nisa 59:Ey iman edenler,Resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz,meseleyi Allah’a ve resulüne götürün.Böyle yapmak en iyisi ve sonuç bakımından da en güzelidir.
Bu ayetlerde Resule itaat ve kararlarına boyun eğme anlamı rahatlıkla görülebilmektedir.Ancak bu düşünceyi eleştiren kişiler de ayetlere bakarak şunları demekteler.”Resule itaatten sünnete,hadise uyma anlamı çıkmaz.Peygamber ne Allah’ın nede insanların vekilidir.Peygamber ancak Allah’ın elçisidir.Elçiyi tanımak,elçinin kendisini değil,göndereni tanımaktır.Bundan dolayı elçiye itaat gönderene itaattir.Peygambere itaatten de kastın,Allah’ın peygamber aracılığı ile bildirdiği emirlere itaat olacaktır.Bunun içinde Peygamberin içtihatını dahil etmeye imkan yoktur” Resulün Kuranı nakleden bir postacı olmadığı hususunu destekleyen bir ayete bakalım.
Bakara 151:Nitekim biz size,aranızdan size ayetlerimizi okuyan,onları(kötülüklerden)arındıran,size kitabı ve hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi size öğreten bir peygamber gönderdik. (yine Ali İmran 164,el-cum’a 2. ayetler konuyla ilgilidir)
Ayette geçen “kitap ve hikmet” kelimelerin sadece Kuran ile sınırlandırılmaması gerekir.Bu ifade ile Kuranın kastedildiğini var sayalım.Buradan da Hz. Peygamberin Kuranı sadece tebliğ ile sınırlı olduğunu söylemek mümkün değildir.Bunu kitap ve hikmetin “öğretilmesi” tabirinden çıkarıyoruz.Çünkü insanlar bir metni-ister Kuran gibi kutsal kitap olsun-anlama konusunda aynı düzeyde değildir.Kuran ayetlerini doğru ve arzu edilen bir şekilde anlamaları imkansızdır.Bu olumsuzlukları önlemek ise,bir Resulün,sünnet gibi bir kurumun devreye girmesini gerekli kılmaktadır.Çünkü Kuranı sabit noktada tutan,sünnetin ta kendisidir.İnsanların ayetleri doğru anladıklarını da farz etsek bile bu kez uygulama ile ilgili problemler söz konusu olacaktır.Bu bakımdan tebliğde dahi bir açıklama,izah etme,uygulamayı kontrol etme anlamı bulunmaktadır.O halde sonuç olarak denebilir ki Hz. Peygamberi sadece Kuranı nakleden biri,bir postacı olarak nitelendirmek mümkün değildir.Bir kurum olarak sünneti kabullenmenin farz olduğunu söyleyebiliriz.Zira bu farziyet,Kuran’ın,Resule itaat emrinden kaynaklanmaktadır.Eleştiride geçen “o vekil değil elçidir” kelimesini ele alırsak,Kuranı merkez alan bir sünnet anlayışına göre Hz. Peygamberin Allah adına istediği gibi tasarrufta bulunan bir “vekil” olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.Aksine bu tür bir sünnet anlayışına göre Hz. Peygamberin Allah’ın Resulü olması sıfatıyla,Kuranın ilk muhatabı,ilk uygulayıcısıdır.Onun nasıl uygulanacağını,yeni meseleler karşısında ondan ilham alarak nasıl çözümler üretileceğini gösteren ilk muallim de odur.Bu tür bir anlayışa göre Hz. Peygamberin Kurana ters düşme pahasına,aklına estiği gibi hüküm koyması asla mümkün değildir.
2- Hz. Peygamberin Kuranı Açıklamakla Yükümlü Olduğuna Dair Ayetler:
İbrahim 4:Biz her peygamberi mutlaka kavminin diliyle gönderdik ki,onlara(kendilerine indirileni) açıklasın.
Nahl 44:Sana da zikri(Kuranı) indirdik ki,kendilerine indirileni insanlara açıklayasın,tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.
Peygamberlerin aldıkları ilahi mesajları,içinde yaşadıkları topluma iletebilmeleri için,onların dillerini bilmesi kadar mantıklı bir şey olamaz.”Açıklama”nın,”açıklanan” bir metinle ilgili ve onda bulunmayan bir takım ek bilgiler anlamına geldiği söylenebilir.Bu açıklamalar,nadiren birtakım ayetlerin kelime anlamlarıyla ilgili olabileceği gibi,kelime anlamı açık olduğu halde,uygulama ile ilgili bir takım müphem yönleri bulunan ayetlerle de ilgili olabilir. Bu ayetlerde geçen Hz. Peygamberin Kuranı açıklaması demek,onun Kuran metninde bulunmayan bir takım ek bilgiler ortaya koyması demektir.Mesela emir niteliğindeki bazı ayetlerin farziyet mi,tavsiye mi yoksa mubahlık mı ifade ettiğini Hz. Peygamberden öğrenilebilir.
3- Hz. Peygamberin Helal ve Haram Kılma Yetkisine Sahip olduğuna Dair ayetler:
Tevbe 29:Kendilerine kitap verilenlerden,Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen,Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlere,ezilip büzülerek kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.
Araf 157:Onlar ki ellerinde ki Tevrat ve incilde yazılı bulunan o elçiye,o ümmi peygambere uyarlar.O Peygamber ki kendilerine iyiliği emreder,onları kötülükten men eder;onlara temiz ve hoş şeyleri helal,pis ve çirkin şeyleri haram kılar;üzerlerindeki ağır yükleri ve kendilerini bağlayan bağları kaldırır.O peygambere iman edip,ona saygı gösterenler,ona yardım edenler ve ona indirilen nura tabi olanlar,işte kurtuluşa erenler onlardır."
Bu ayetler Allah ve Resulünün haram kıldıklarını aynen kabul etmenin zorunlu olduğunu gösterir.Burada unutulmaması gereken Hz. Peygamberde Allah’ın iradesi uyarınca bu yetkiyi kullanabilir.Allah’ın yetkisi tamamen bağımsız,Resulünün ki vahye dayalı ve ondan kaynaklanan bir yetkidir.
Tahrim 1-2:”Ey Peygamber,eşlerinin gönlünü almak,onları memnun etmek için,Allah’ın sana helal kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?Allah çok bağışlayıcı,çok merhamet edicidir.Şüphesiz Allah (kefaret şartı ile) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır.”
Bu ayette eleştiri konusu olan “Allah’ın helal kıldığını haram kılması hususunda Peygamber uyarılmıştır.Anlaşılıyor ki Peygamberin içtihadı gereği koyduğu yasak,Allah’ın koyduğu yasak gibi olamaz.Aralarında fark vardır” sözleri sünnetin haram-helal konusunda koyduğu hükümlerin mutlak bağlayıcı olmadığını ispata yönelik bir manevra olarak değerlendirilebilir.Halbuki ayet Hz. Peygamberin bir eşinin kendisine bal şerbeti içirmesi,diğer eşlerinin de kıskançlık duygusuna kapılarak Hz. Peygamberden hoş olmayan bir koku geldiğini söylemeleri ve bu suretle ikramda bulunan eşini gözden düşürmeye çalışmaları karşısında o,bir daha bal şerbeti içmemeye yemin eder.Burada helal olan bal şerbetinin hükmünün değiştirilerek haram kılınması elbette söz konusu değildir.Çünkü Hz. Peygamber bütün Müslümanları bağlayıcı bir hüküm olarak “bal şerbeti herkese haramdır” dememiş,sahabenin hiç biride bal şerbetinin haram olduğunu aklına getirmemiştir.Burada “Peygamberin içtihadı” ile kastedilen,Kurandaki ilkelere kıyas etme olarak sanılıyorsa,şu unutulmamalıdır ki bazı içtihatlar bağlayıcılık açısından Kuranın emir ve yasaklarından geri kalmaz.Mesela:Kuranda açıkça uyuşturucu maddelerin haramlığı zikredilmemiştir.Ancak haram kılınan içki ile Kur’ani naslara bakılarak hükmü verilen uyuşturucu arasında bir fark yoktur.
Yine sünnetin bağlayıcılığı ile ilgili “Allah’ın elçisi vasıtasıyla insanlığa gönderdiği Kurandaki nehiylere “haram”,Hz.Peygamberin nehiylerine ise “yasak” demek doğru olur” iddiasında ise şunu söylemek gerekir.Yasak ve haram arasında,birinin Arapça,birinin Türkçe bir kelime olmasından başka bir fark yoktur.Haramın anlamı da “yapılması yasak olan” dır.Haramı haram yapan ondaki niteliktir.Bu nitelik Kuran dışında da olabilir.Hz.Peygamberin haram kıldığı şeyler zaten Kurana dayandırılarak haram kılınmıştır.
4- Hz.Peygamberin,Müslümanların Uyması Gereken Güzel Örnek Olduğuna Dair Ayet:
Ahzab 21:Andolsun ki,Allah’ın peygamberlerinde sizin için Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır.
Bilindiği üzere yeni bir kitap göndermeyen bir çok peygamber vardır,ancak bir peygamber olmaksızın gönderilen herhangi bir kutsal kitap yoktur.Mekke müşrikleri de Kuranın kendilerine peygamber aracılığı olmaksızın,doğrudan gönderilmesini defalarca istedikleri halde bu istekleri reddedilmiştir.Bunun sebebi gayet açıktır ki,insanlığın sadece kutsal bir kitaba değil,bu kitabın içeriğini kendilerine öğretecek bir öğretmene de ihtiyaç vardır.Ayette sözü edilen örnek almanın farziyet mi yoksa müstehap mı olduğu konusunda ihtilaf vardır.Ancak örnek almanın dini hususlarda farz,dünyevi konularda ise müstehap olarak yorumlanması da mümkündür.(kurtubi)
C-Sünneti Temellendirmede İzlenilen Bazı Tartışmalı Yaklaşımlar:
Necm,3-4: ”O kendi arzu ve hevasından bir şey konuşmamaktadır,o vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir”
Sünnetin İslam’da bir delil ve kaynak olduğunu ispat etmek amacıyla en fazla başvurulan ayetlerin başında gelen bu ayetin yanlış anlaşılması,Müslümanların sünnet hakkında yanlış kanaate varmalarına sebep olmuştur.Ayetin ”o kendi arzu ve hevasından bir şey konuşmamaktadır” bölümüne bakarak Peygamberin sözlerinin yani sünnetin de vahiy ürünü olduğunu söylemek son derece yanlıştır.Necm suresinin 1-18. ayetlerini bir bütün olarak değerlendirdiğimizde Kureyşlilerin “O bu Kuranı kendisi söyleyip uyduruyor” demelerine bir cevap olarak indiğini görebiliriz.Buna göre ”o kendi arzu ve hevasından bir şey konuşmamaktadır” demek,O kuranı kendi arzu ve hevasından uydurmaz demektir.Yani onun(kuran olduğunu)söylediği,Ancak Allah’tan gelen bir vahiydir.Çünkü ayetin devamında “o vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir” denmektedir.
Feth,10-“(Ey Muhammed) Sana bidat edenler,aslında Allah’a bidat etmişlerdir.Allah’ın eli onların eli üzerindedir.Kim ahdini bozarsa,ancak kendi aleyhine bozmuş olur.Her kimde Allah’a verdiği sözü tutarsa,Allah ona en büyük bir mükafat verecektir” ayeti de sünneti temellendirmek amacıyla kullanılan ayetlerdendir.Bu ayet hudeybiyede yapılan bidatten bahsetmektedir.Sözü edilen bidat belli bir konuda yapılan bidattir.Bu Hz. Peygambere her hususta mutlak itaat edileceğine dair genel bir bidat değildir.Ölüm pahasına müşriklerle savaşma ile ilgilidir.Sünneti temellendirmek amacıyla Hz. Peygamberin “ismet” kavramına da başvurulduğu görülmektedir.Şunu belirtelim ki Hz. Peygamberin kasten hata yapmaktan masum olduğu kuşkusuzdur.Bu şekilde hata yapabileceğini kabul edenler,Allah’ın onu bu hatası üzere bırakmayıp hemen uyaracağını ilave ederek, Hz. Peygamberin “ismet” ini korumaya çalışmışlardır.Bu konuda Doç. Dr. Ahmet Akbulut’un yorumuna bakalım.”Kuranın,Hz. Peygambere yönelttiği bu ikazlardan; Hz. Peygamber yanlış yapsaydı,vahiy düzeltirdi,kuralını değil,Hz. Muhammed’in vahyin belirlemediği hususlarda yanlış yapabileceğini anlamak gerekir.Ayetlerin,hatanın uygulanmasından sonra nazil olması da bu durumu desteklemektedir.Hatalı kararın uygulanmasından sonra Allah’ın,söz konusu karar ve uygulamanın yanlışlığını bildirmesi,yanlışlığı ortadan kaldırmaya değil,Peygamberin de yanlış yapabileceğini ümmete göstermeye yönelik olsa gerekir.Aksi halde,hatanın gerçekleşmesinden önce müdahale edilirdi.”Nur 63:”Peygamberi kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın.İçinizden birini siper ederek sıvışıp gidenleri elbette Allah bilmektedir.Bu sebeple onun emrine aykırı davrananlar başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok feci bir azap isabet etmesinden sakınsınlar” ayeti de sünneti Temellendirmede delil olarak ileri sürülebilir. “Bu sebeple onun emrine aykırı davrananlar” ifadesi ile Hz. Peygamberin kastedildiği söylenmektedir.Ancak ayetteki (huve)zamirinin Allah’a ait olması da mümkündür.Sonuç olarak bu ayetin kesin bir delil olabileceğini söylemek mümkün değildir.
Hemen belirtelim ki sünneti temellendirmek için yeterince açık ayet vardır.Fakat nuzul sebepler farklılık gösteren ayetleri bu amaçla kullanmak ta yanlıştır.
D-Kuran İle Sünnetin Getirdikleri Öğretiler Açısından Karşılaştırılması:
İhtiyaçlar ile ilgili hükümler;genişletme,kolaylaştırma,zorluğu kaldırma ve yumuşaklık gibi özellikler taşırlar.Dinin korunmasıyla ilgili çeşitli şekillerde tezahür ederler:Abdestle ilgili ruhsatlar,temizlenmesi güç olan necasetin hükmünün kalkması,oturarak yada yatarak namaz kılınması,yolculukta oruç tutmama gibi hükümler örnek olarak zikredilebilir.Her nekadar bu kolaylıklar ayrıntıya işaret etmekteyse de,aslında zorluğun kaldırılması konusundaki Kuranın açık beyanları bile bu konuda yeterlidir.Müctahide düşen bu kaideye uygulamak ve gereken kolaylıkları ortaya koymaktır.Bu hususu ilk olarak uygulayan ise sünnettir.Gayet açık görülmektedir ki sünnetin Kurana uygun olarak ortaya koyduğu pek çok hüküm bulunmaktadır.
Sünnetin Mahiyeti ile İlgili Tartışmalar:-Kuran dışında vahiy var mıdır?-
Kehf,110:”De ki:ben yalnızca sizin gibi bir beşerim,(ancak) bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor”
A-Sünnetin de Kuran gibi Vahiy Mahsulü Olduğu Görüşü:Bu görüşü kısaca şöyle özetleyelim.”Sünnette Allahın Hz. Peygambere indirdiği bir vahiy ürünüdür.Bağlayıcılık açısından kuran ve sünnetin farkı yoktur” Bu görüşü formule etmek için vahiy konusunda bir de ayrım yapılmıştır.1-el Vahyu’l Metluvv (okunan vahiy),2)el Vahyu’l gayru’l Metluvv(okunmayan vahiy) Sünnetin vahiy ürünü olduğu görüşünü savunan eş-Şafii şöyle demektedir.”Allah (c.c) Peygamberine itaati farz kılıp,ona Kuranda açık hükmü bulunmayan konularda hüküm verme yetkisi tanımıştır.Onun getirdiği bütün hükümlerin Kuranda aslı vardır. Hz. Peygamberin bütün sünnetleri onun kalbine ilka edilmiştir.Onun sünneti Allah’ın onun kalbine ilka ettiği hikmetten ibarettir” Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki eş-Şafii,Sünnetin Allah’ın Hz. Peygambere “şunu şöyle yap” şeklinde emretmesi veya ilhamda bulunması niteliğinde olduğunu kabul etmektedir.Şafii’nin bu tür yorumunun tamamen yanlış olduğu söylenemese de sünnetin tamamının bu şekilde olduğunu ileri sürmek mümkün değildir.Zira bu Hz. Peygamberi insan olmaktan çıkarmak anlamına gelir.Bu şekilde onun beşer olma özelliğini vurgulayan ayetleri görmemezlikten gelmek zorunda kalırız. Hz. Peygamberin attığı her adımın,aldığı her nefesin,söylediği her sözün vahiy olduğunu söylemek,onu insan olmaktan uzaklaştırır.
Şimdi Kuranda Efendimizin yaptığı hatalardan dolayı uyarıldığı ayetleri inceleyelim:
Enfal,67: ”Hiçbir Peygambere (kafirlere karşı) yeryüzünde hakimiyeti sağlamadan esir almak yakışmaz.” Bu ayet Bedir savaşında,düşmanı tamamen mağlup edip,etkisiz hale getirmeyip te,onları esir almak ve karşılığında fidye talep etmek cihetine gitmeleri,Hz. Peygamberin de buna karşı çıkmaması dolayısıyla inmiştir.
Tevbe,43:”Allah seni affetsin,doğrular ve yalancılar belli olmadan niçin onlara izin verdin?” Bu ayette de harbe katılmak için Hz. Peygamberden izin isteyenlere,onun izin vermesi üzerine inmiştir.Bu ayete bakarak Hz. Peygamberin bu izninin vahiy ürünü değil,kendi görüşü olduğunu kabul etmek daha doğru olur.
*Kuran dışında vahiy varmıdır:
Bakara 239: Şayet(herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binek üzerinde (kılın).Güvene kavuştuğunuz zaman ise bilmediğinizi size öğrettiği için Allah’ı anın(ve ona şükredin) .Usmânî’nin bu ayeti Kuran dışında da vahiy bulunduğuna delil göstermesi büyük bir yanlıştır.Ayetin sonundaki “bilmediğinizi size öğrettiği şekilde Allah’ı anın” dendiği halde o ayetin bir kısmını alarak “size öğrettiği şekilde Allah’ı anın” şeklinde tercüme etmiştir.
Kıyame 16-19: “(Ey Resulüm) vahiy geldiğinde (onu ezberlemek için) acele edip dilini kıpırdatma.Onu (senin kalbine) toplamak ve okutmak bize aittir.O halde sen,biz onu okuduğumuz zaman,okunuşunu takip et.Şüphen olmasın onu açıklamak ta bize aittir.” Bu ayetle ilgili olarak Usmânî’nin,son ayette Allah’ın Kuranı açıklayacağını söylediğini,bu açıklamanın Kuran dışında bir şey olması gerektiğini,burada kastedilen ayetlerin yorumu olduğunu,bunu ise gayr-i metluvv vahiy şeklinde olması gerektiğini ileri sürmektedir.Hemen belirtelim ki Allah’ın Kuranı açıklayacağını söylemesi,bu açıklamanın mutlaka Kuran dışında olmasını zorunlu kılmaz.Burada kastedilen Kuran ayetlerinin birbirini açıklaması da olabilir.Nitekim müfessirler arasında meşhur olan “Kuranın bir kısmı diğerini açıklar” ilkesi de bu anlayışın bir ifadesidir.Öte yandan bu ayette açıklama eylemini bizzat kendisine izafe etmektedir.Bu durumda ilk akla gelen bir takım açıklamaları bizzat Allah’ın yerine getirmesidir.Şayet bu açıklamayı elçisi aracılığı ile yapacak olsaydı bir çok ayette olduğu gibi (bkz.İbrahim 4-26,nahl 44-64) açıklamayı Hz. Peygambere izafe ederdi.Bu ayette açıklamayı Resulüne değil de kendisine izafe etmesi bizce göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Bu incelemelerimizin sonucunda şunları söyleyebiliriz.
a)Sünnetin tamamının vahiy ürünü olduğunu söylemek imkansızdır.Ancak vahiy dışında Hz. Peygamberin Cenab-ı Hak ile herhangi bir iletişim veya diyalog kurma imkanından mahrum olduğu anlamında anlaşılmamalıdır.Adına ister vahiy,ister ilham,isterse başka bir şey densin,Resulullahın vahiy dışında Allah (cc) ile temas kurmuş olması mümkündür.Bu açıdan birkaç ayete bakarak Kuran dışı vahyi sünnetin tamamına yaymakta hata olur.
B-Kutsi Hadisler:Bilindiği üzere kutsi hadis:manası Allah’a ait,lafzı ise Hz. Peygambe ait olan hadislere denir.Ancak bu özellikle sünnetin tamamının vahiy ürünü olduğu görüşünü bir çıkmaza sokmaktadır.Zira bu görüşe göre bütün hadislerin manası vahiy ürünü,lafızları ise Hz. Peygambere ait olduğu için normal hadislerle kutsi hadisler arasında bir fark bulunamamaktadır.Görüldüğü gibi Kutsi hadislerin varlığından söz etmek isteniyorsa,sünnetlerin sadece pek az kısmının ilham ürünü olabileceğini,çoğunluğunun ise Hz. Peygamberin Kurana dayalı yorum ve uygulamaları olduğunu kabul etmek gerekir.
Kutsi hadislerin ele aldığı konuların genelde ahlaki konular olduğu söylenebilir.Bu tür hadislerde ele alınan konuları ilke veya mana olarak Kuranda da yer aldığı ;bir anlamda kutsi hadislerin Kurandaki bu manaların açılımı olduğu düşünülebilir.Tirmizi’nin naklettiği şu kutsi hadisi zikredebiliriz.” Hz. Peygamber dedi ki:Allah buyuruyor ki,ben,kulum beni nasıl biliyorsa öyleyim ve dua ettiğinde ben onun yanında olurum”.Bu kutsi hadis aslında .Bakara 186:“(Ey Rasulum),kullarım sana beni sorarlarsa(bilsinler ki) ben kuşkusuz onlara yakınım.Benden isteyen olursa isteyenin duasını kabul ederim” ayeti ile yakın bir benzerlik göstermektedir. Görüldüğü gibi bir takım kutsi hadislerle bazı ayetler arasında yakın bir anlam benzerliği bulunmaktadır.Bu durumda Hz. Peygamberin Kurandan aldığı ilhamla bu ayetleri,farklı bir şekilde kendi ifadeleri ile sunmuş olabileceği-en azından bir ihtimal olarak-düşünülebilir.Bu görüş karşısında takınılması gereken tavır hemen red cihetine gitmekten ziyade,bu fikrin doğru olup olmayacağını araştırmak olmalıdır.Kutsi hadislerle ilgili olarak üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir varsayımda şu olabilir.Hadis ilmi açısından kutsi hadislerle diğer hadisler arasında herhangi bir fark yoktur.Zira her iki türe dahil hadislerde bir takım râviler aracılığı ile yani isnad ile bize ulaşmaktadır.Yine her iki tür hadisler içerisinde sahih olanların yanında hasen,zayıf veya mevzu(uydurma) olanları bulunmaktadır.Kutsi olmayan hadislerden örnek verecek olursak:Mesela “bu kuran Allah’ın sofrasıdır.Bu sofradan alabildiğinizi almaya çalışın” sözü Abdurrezzak ve ed-Dârimi tarafından Abdullah b. Mesudun sözü olarak nakledilirken,el-hakim tarafından Hz. Peygamberin sözü olarak rivayet edilmiştir.
İşte normal hadisler için söz konusu olan bu durum Kutsi hadisler içinde geçerli olabilir.Elbetteki bu bir varsayımdır.Ancak bu konu üzerinde bizi düşünmeye sevk edecek bazı örnekler de yok değildir.Nitekim Müslim’in rivayet ettiği:”Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah ona bir sevap yazar.Niyet eder de aynı zamanda yaparsa Allah ona 10 ile 700 arasında sevap yazar.Kim de bir kötülük yapmaya niyet eder sonra onu yapmaktan vazgeçerse Allah ona 1 sevap yazar.Niyet ederde yaparsa bu takdirde 1 kötülük yazar” kutsi hadisi kimi eserde “Rasulullah buyurdu ki” şeklinde başlamaktadır.
Kutsi hadislerle ilgili olarak üzerinde durulması gereken son bir ihtimal daha vardır.O da,bazı kutsi hadislerin aslında,geçmiş kutsal kitaplardan alınmış olabileceği ihtimalidir.Zira bilinen bir gerçektir ki,başta Yahudi ve Hıristiyan kültürü olmak üzere birçok kültüre ait unsurlar,çeşitli sebeplerle İslam kültürüne sızmış ve zaman zaman “hadis” olarak ortaya çıkmıştır.Hadsi ilminde bu tür rivayetlere genel olarak “İsrailiyyât-Mesihiyyat” adı verilmektedir.Bu ihtimalin ciddiyetini gösteren birtakım örnekler söz konusudur.Mesela Müslim’in rivayet ettiği:Allah Rasulu (s.a.v) şöyle buyurmuştur.”Allah kıyamet günü şöyle der:-Ey adem oğlu,ben hasta oldum beni ziyaret etmedin.-Ey Rabbim,sen alemlerin Rabbisin;sen’i nasıl ziyaret edebilirim ki?-Unuttun mu benim falan kulum hastalanmıştı da onu ziyaret etmemiştin.Şayet onu ziyaret etseydin,beni de onun yanında bulacağını düşünmedin mi?-Ey ademoğlu,senden bana yiyecek vermeni istedim vermedin.-Ey Rabbim,sen alemlerin Rabbisin.Sana nasıl yiyecek ikram edebilirim ki?-Unuttun mu benim falan kulum senden yiyecek istemişti sen de vermemiştin.Şayet ona yiyecek verseydin,bu iyiliğini benim katımda bulurdun.-Ey ademoğlu.Senden su istedim,vermedin.-Ey Rabbim.Sen alemlerin Rabbisin,sana nasıl su verebilirim ki? -Benim falan kulum senden su istemişti de,sen vermemiştin.Şayet sen ona su verseydin,bu iyiliği benim katımda bulurdun” Bu kutsi hadisi şimdi İncil’deki şu ifadelerle karşılaştıralım:
O zaman Kral,sağındakilere diyecektir:Ey sizler,babamın mübarekleri,gelin,dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan melekutu miras alın.Zira aç idim,bana yiyecek verdiniz;susamıştım,bana içecek verdiniz;yabancı idim,beni içeri aldınız;çıplak idim beni giydirdiniz;hasta idim beni aradınız;zindanda idim,yanıma geldiniz.O zaman Salihler ona cevap verip diyecekler:Ya Rab,biz seni ne zaman aç görüp yedirdik veya susamış görüp içirdik?Ve ne zaman seni yavancı görüp içeriye aflık veya çıplak görüp giydirdik?Ve ne zaman seni hasta veya zindanda görüp yanına geldik?Kral cevap verip onlara diyecek:Doğrusu size derim:mademki bu kardeşlerimden ,şu en küçüklerinden birine(bu iyilikleri) yaptınız,bana yapmış oldunuz.
O zaman solundakilere de diyecek:Ey lanetliler,benim yanımdan iblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedi ateşe girin.Çünkü aç idim,bana yiyecek vermediniz;susamıştım,bana içecek vermediniz;yabancı idim,beni içeri almadınız;çıplak idim beni giydirmediniz;hasta ve zindanda idim,beni aramadınız.O zaman onlar da cevap verip diyecekler:Y Rab seni ne vakit aç veya susamış yahut yabancı veya çıplak,yahut hasta veya zindanda gördükte,sana hizmet etmedik?O zaman onlara cevap verip diyecek:doğrusu size derim: mademki bu en küçüklerinden birine(bu iyilikleri) yapmadınız,bana yapmamış oldunuz.Ve bunlar ebedi azaba ,fakat Salihler ebedi hayata gideceklerdir.(Matta xxvı,34-46)
Kutsi hadislere Tevrat ve İncil arasındaki ilişki başka rivayetlerde de açıkça şekilde görülmektedir.Mesela Buhari Es-sahihinden şu hadisi nakletmektedir.-“Her kim rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını arzu ediyorsa akrabalarını ziyaret etsin” Ahmed b.Hambel de el-Müsned’inde:”Her kim ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını arzu ediyorsa ,ana-babasına iyilik etsin,akrabalarını ziyaret etsin”Kitabı mukaddeste ki şu ifadelere bakalım.”Babana anana hürmet et,ta ki Allah’ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun”(tesniye v.16;bkz:XXII) Aslında bu hadislerin aslının Tevrat’tan alınma ifadeler olduğunu bizzat Hz. Peygamber’in açıkça açıkça ifade ettiğini gördüğümüz aşağıdaki rivayet hayli ilgi çekicidir:
İbn. Abbas Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet etmiştir.”Tevrat’ta her kim,hayatının uzun olmasını ,rızkının artmasını arzu ediyorsa akrabalarını ziyaret etsin” diye yazılır.(el-Hakim)
Bu rivayet Hz. Peygamberin hakkında bilgi sahibi bulunduğu Tevrat’ın bu ifadelerini vahiy olması itibariyle “kutsi hadis” olarak sunduğu şeklinde yorumlanabilir.Başka bir ihtimal de bu rivayetlerin aslının bulunmayıp mevzu olduğu da iddia edilebilir.Ancak bu iddia söz konusu ilişkiyi ortadan kaldırmaz.Genel olarak Kutsi hadisleri incelersek,bunların birer Âhâd haberden ibaret oldukları,bunlarında diğer Âhâd hadisler gibi sahih,hasen,zayıf veya mevzu olabileceği kolayca görülür.Mesela “Sen olmasaydın ben alemleri yaratmazdım”,diğeri ise “Ben gizli bir hazine idim,bilinmek istedim ve insanları yarattım” rivayetlerinin kutsi olduğu kabul edilmesine rağmenmevzu olduğu mevzuat kitaplarında açıkça ifade edilmiştir.(Aliyyu’l Kari,el-Esrârul-Marfû’a fi’l Ahbâri’l Mavdû’a).Bazılarının bu rivayetlerin manalarının doğru olduğunu söyleyerek onları savunması ise neticeyi değiştirmez.Özetleyecek olursak kutsi hadislerin diğer hadislerden herhangi bir ayrıcalığı yoktur.Yani diğer hadisler gibi değerlendirilir.İsnadının sağlamlığı,metninde de İslam’ın ruhuna,Kuranın esasların –a uygunluğu sağlanırsa,o takdirde bu hadisin sahih olduğuna hükmedilir.
C- Hz. Peygamberin Konumuyla İlgili Bazı Yanlış Yaklaşımlar:Sünnetle ilgili diğer aşırı uç ise sünnetin tümünün vahiy ürünü olduğu görüşüne tepki olarak ortaya çıkan Hz. Peygamberin Kuran dışında vahiy alamadığını ve Kuranın vahyi dışında sıradan bir insandan farkı olmadığını ileri süren görüştür.Bunu kısaca Hz. Peygamberin sekülerleştirilmesi olarak tanımlamak uygundur.S. Nakib el-Attas bu konu hakkındaki eleştirilerini şu şekilde belirtmiştir.
-Bu düşünceye sahip insanlar Kuranda Yüce ve Ulu Allah’ın: Hz. Peygambere “bizim gibi bir insan” olduğunu söylemesini emrettiği ayetin (18,el-Kehf,110) altını çizerek yaptılar.Onların bu ayetin altını çizmeleri ve sürekli olarak vurgulamaları bize Hz. Peygamberin bir melek,bir ilah yada insan suretine girmiş bir tanrı olmadığını,bir beşer,bir ölümlü olduğu gerçeğini güya hatırlatmak içindir.Peki bunu ne amaçla yaparlar?Hepimiz inançsız,kafiriz de bizi bu gerçeği düşünmeye mi davet ediyorlar?Şunu bilmelidirler ki,ilk defa keşfettiklerini sanıp,alıntı yaptıkları ayet aslında inan.sızlara matuftur.Kuranı Kerimde yer alan başka ayetlerde de,diğer peygamberlere de benzer şeyi söylemeleri emredilmiştir.Bunların hepsi de inançsızlar içindir.(bkz:Enam 91,İbrahim 10-11,İsra 93-94,Kehf-110,Enbiya 23).İnanalar ,Peygamberlerinin insan olduğunu zaten bilirler.
Hz. Peygamber sıradan bir insan olsaydı,ashabın onu örnek alması lüzumsuz bir şey olurdu.Bu örnek alış ise onda(s.a.v) diğer insanlarda birtakım meziyet ve faziletlerin bulunduğunu,dolayısıyla onun sıradan biri olarak görülmediğini ortaya koymaktadır.Şu unutulmamalıdır ki,onun sünneti sadece hükümlerden ibaret değildir.Onun Peygamberlik görevini yerine getirirken gösterdiği azim,kararlılık,bireysel ve toplumsal ilişkilerinde ortaya koyduğu yüce ahlakı;tevazuu,hilmi,sabrı,feragatı,iyilikseverliği,adalet bilinci,kısaca Müslümanların “ilk ve en mükemmel örneği”nin sahip olduğu ahlaki faziletler de sünnetin bir parçasıdır.Allah’ın son dini İslamı insanlığa sunması ve Kuranı tebliğ için seçtiği bir insanın sıradan biri olduğunu düşünmek kabul edilemeyecek bir tavırdır.Çünkü “Bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş olan”(enbiya 107) ve “Yüce bir ahlak üzere olduğu”(kalem 4) bir Peygamberi “sıradan” olarak nitelendirmek ona açıkça haksızlık ve insafsızlıktır.
Seyyid Kutup “ve sen yüce bir ahlaka sahipsin” ayeti ile ilgili şunları söylemektedir.-Hiç kuşkusuz Yüce Allah Peygamberlik görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir.Bütün evrensel büyüklüğü ile son Peygamberlik misyonunu –bu yüce kişiliği ile- Hz. Muhammed’den başkası taşıyamazdı.Hz. Peygamber ne bir melek,ne de bir “yarı insan-yarı ilah’tır”.Bilakis o bir insandır ama sıradan biri değil,bir insanın olabileceği kadar mükemmel bir insandır.İnsanlık kıyamete kadar onun büyüklüğü karşısında saygıyla eğilecektir.Müslüman ise “Allah ve melekleri Peygamber’e salat ederler.Ey mü’minler sizde ona salat edin ve selam verin”(Ahzab 56) ayeti uyarınca,ona karşı duyduğu saygı ve sevgiyi daima şu sözlerle dile getirmeye devam edecektir:
“Salat ve Selam senin üzerine olsun Ey Allah’ın Resulü!”
Pr Dr. Mehmet Hayri KIRBAŞOĞLU
HADİSHadis:Hz. Muhammed in sözlerine denir.Bazı hadisler vardır farz hükmündedir,yani onları yapmak farzdır.Bazıları vardır vacip hükmünde,bazıları sünnet,bazıları ise mubah,müstehap (iyi,sevap kazanılacak iş)hükmündedirler.Bazı hadisler ise mevzu (uydurma gerçekte söylenmemiş),mevkuf,muzdarib (kesik,eksik,hatalı rivayet edilmiş),bazı hadisler vardır tavsiye niteliği taşır,bazılarının hükmü-uygulaması sonradan kaldırılmış,bazılarının ise yasaklığı sonradan kaldırılmış,bazılarının zayıf,eksik rivayet edilmesi anlamını,dolayısıyla hadisin amacını tam yansıtamaz.Bazı hadsilerin sözcük anlamları farklı iken,hedeflediği anlam farklı olabilir.Kısaca bir konuda bir hadisi duyunca hemen “bu konuda kural şudur,Hz. Resul böyle yapmıştır" diyemeyiz.O konudaki diğer hadisleri ve ayetleri bir araya getirmeli,hangisi doğru,hangisi uydurma,hangi hadisi Hz. Resul sonradan uygulanmasını kaldırmış,sınırlamış,genişletmiş veya uygulatmış iyice anlamalıyız.Buda hadis ilmini iyi bilmeye,hadis usulu,hadis tarihi,hadis terimlerine vakıf bir insan olmayı gerektirir.Yani halktan birisi Buhariyi açıp,hadisi okuyup,ondan hüküm çıkaramaz.Ya o hadis doğru ama başka bir hadisle sonradan uygulamadan kaldırılmış,sınırlandırılmış,veya uygulama alanı genişletilmiş ise…Bir hadis kitabı tüm o konudaki doğru hadisleri bir araya toplayamaz.Çünkü o k,itabı yazan bir insandır,insan ise eksik bir varlıktır.O nedenle Buhari yanında,Müslim,Tirmizi,Ebu Davut…gibi hadis kitapları da vardır.Biz,halk,avam hadsi,ayetten hüküm çıkaramayız.Ama muhaddis ve müfessir alimlerinin o hadisi-veya ayeti- yorumlama ve hüküm çıkarmalarından istifade edebiliriz.Yani hadise değil,çıkarılan hükümlerine bakmalıyız.Zayıf hadisi okuduk,hadis mi değil mi nereden bileceğiz.Kaynak kitaplardaki yorumlara ulaşabiliyor muyuz.Ya yanlış hüküm verip ailemize zulmedersek?
“Salat ve Selam senin üzerine olsun Ey Allah’ın Resulü!”
Pr Dr. Mehmet Hayri KIRBAŞOĞLU
HADİSHadis:Hz. Muhammed in sözlerine denir.Bazı hadisler vardır farz hükmündedir,yani onları yapmak farzdır.Bazıları vardır vacip hükmünde,bazıları sünnet,bazıları ise mubah,müstehap (iyi,sevap kazanılacak iş)hükmündedirler.Bazı hadisler ise mevzu (uydurma gerçekte söylenmemiş),mevkuf,muzdarib (kesik,eksik,hatalı rivayet edilmiş),bazı hadisler vardır tavsiye niteliği taşır,bazılarının hükmü-uygulaması sonradan kaldırılmış,bazılarının ise yasaklığı sonradan kaldırılmış,bazılarının zayıf,eksik rivayet edilmesi anlamını,dolayısıyla hadisin amacını tam yansıtamaz.Bazı hadsilerin sözcük anlamları farklı iken,hedeflediği anlam farklı olabilir.Kısaca bir konuda bir hadisi duyunca hemen “bu konuda kural şudur,Hz. Resul böyle yapmıştır" diyemeyiz.O konudaki diğer hadisleri ve ayetleri bir araya getirmeli,hangisi doğru,hangisi uydurma,hangi hadisi Hz. Resul sonradan uygulanmasını kaldırmış,sınırlamış,genişletmiş veya uygulatmış iyice anlamalıyız.Buda hadis ilmini iyi bilmeye,hadis usulu,hadis tarihi,hadis terimlerine vakıf bir insan olmayı gerektirir.Yani halktan birisi Buhariyi açıp,hadisi okuyup,ondan hüküm çıkaramaz.Ya o hadis doğru ama başka bir hadisle sonradan uygulamadan kaldırılmış,sınırlandırılmış,veya uygulama alanı genişletilmiş ise…Bir hadis kitabı tüm o konudaki doğru hadisleri bir araya toplayamaz.Çünkü o k,itabı yazan bir insandır,insan ise eksik bir varlıktır.O nedenle Buhari yanında,Müslim,Tirmizi,Ebu Davut…gibi hadis kitapları da vardır.Biz,halk,avam hadsi,ayetten hüküm çıkaramayız.Ama muhaddis ve müfessir alimlerinin o hadisi-veya ayeti- yorumlama ve hüküm çıkarmalarından istifade edebiliriz.Yani hadise değil,çıkarılan hükümlerine bakmalıyız.Zayıf hadisi okuduk,hadis mi değil mi nereden bileceğiz.Kaynak kitaplardaki yorumlara ulaşabiliyor muyuz.Ya yanlış hüküm verip ailemize zulmedersek?
Hadis Alanından Eksik Anlamaya Bazı Örnekler:
Hz.Resul elbisesi yerlere uzanan bir adamı uyarıp elbisesini kısaltmasını istemiştir.Ama günümüzde her uzun elbiseliye aynı hükmü uygulayamayız.Çünkü Hz. Resul döneminde uzun elbise kibir alameti idi.Şimdi eğer insanlar kısa elbise ile kibirleniyorsa kısa elbise uzattırılmalıdır.Amaç uzun elbise değil kibirlendirtmemedir,elbise araçtır,kibir hedeftir.Kibiri var eden şeyler ,araçlar (uzun kısa.. elbise) yasaklanmalıdır.-Hz.Resul kadınların kabir-mezarlara gitmesini önceleri engellemişti.Sonra serbest bırakmıştır.Ama Hz.Resulun vefatından sonra Hz.Aişe:”bu kadınları görse idi yine yasaklardı.” Buyururlar.O halde kadınlar kabirlere gitmelimi gitmemeli mi?:Eğitim,bilinç verildiği an gitmeli,yozlaşma başlayınca yasaklanmalı.Yoksa gitmesini yasaklayan hadisi okuyan,eşini kızını mezara göndermez veya serbest bıraktığı hadisi okuyan gönderirse hedef,amaç saptırılmış olur.Sünnet ; Hz.Resul günümüzde olsa nasıl yapardı? sorusunun cevabıdır.Bu da bir ilim ve derin tefekkür konusudur.Bir iki hadis veya kitap okuma kolaycılığı değildir.
Hz.Resul elbisesi yerlere uzanan bir adamı uyarıp elbisesini kısaltmasını istemiştir.Ama günümüzde her uzun elbiseliye aynı hükmü uygulayamayız.Çünkü Hz. Resul döneminde uzun elbise kibir alameti idi.Şimdi eğer insanlar kısa elbise ile kibirleniyorsa kısa elbise uzattırılmalıdır.Amaç uzun elbise değil kibirlendirtmemedir,elbise araçtır,kibir hedeftir.Kibiri var eden şeyler ,araçlar (uzun kısa.. elbise) yasaklanmalıdır.-Hz.Resul kadınların kabir-mezarlara gitmesini önceleri engellemişti.Sonra serbest bırakmıştır.Ama Hz.Resulun vefatından sonra Hz.Aişe:”bu kadınları görse idi yine yasaklardı.” Buyururlar.O halde kadınlar kabirlere gitmelimi gitmemeli mi?:Eğitim,bilinç verildiği an gitmeli,yozlaşma başlayınca yasaklanmalı.Yoksa gitmesini yasaklayan hadisi okuyan,eşini kızını mezara göndermez veya serbest bıraktığı hadisi okuyan gönderirse hedef,amaç saptırılmış olur.Sünnet ; Hz.Resul günümüzde olsa nasıl yapardı? sorusunun cevabıdır.Bu da bir ilim ve derin tefekkür konusudur.Bir iki hadis veya kitap okuma kolaycılığı değildir.
UNUTULAN TOPLUMSAL SÜNNETLER
-İNANANLAR KARDEŞTİR,
-BEN GÜZEL AHLAKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİM.
-BEN GÜZEL AHLAKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİM.
SUNNET OLMADAN YAPILAMAYACAK SEYLER
1-5 vakit namazın kılınış şekli, ruku –secde sayı biçimi
2-Vitir,bayram,cenaze namazlarının şekli ve tekbir sayısı
3-Cuma namazının rekat sayısı , hutbe okunması
4-Hac ibadetini erken,esrar ve sırları
5-Hangi cins malların zekata tabii olacağı,ve bundan ne miktar alınacağı
6-Cihad ve harp hukuku, anlaşma ve akidlerle ilgili esaslar
7-Faiz sayılan ve sayılmayan şeyler
8-Selemin şartları
9-Toprak ve arazi hukuku ile ilgili hukumler
10-Orucu bozan-bozmayan şeyler
11-Mecusi ve sabııyyıleden de cizye alınması
12-Alışverişte , ticari şirketlerde caiz olan ve olmayan durumlar
13-Şufa ile ilgili kurallar
14-Hayız gören kadınların oruç tutmaması , namaz kılmaması
15-Evlılıkte süt kardeşliğinin haramlığı ve şartları
16-İki kız kardeşi aynı anda nikahlamak ve evlendiği kadının halasını ve teyzesini artık alamamakla ilgili durumlar
17-Kocası ölen kadının iddedini nerede , nasıl bekleyeceği…
18-Mehrin taban miktarının tespiti …