4- SİSLERİ DAĞILAN HAKİKAT
SİSLERİ DAĞILAN HAKİKAT
Uzun yıllar, insan mutluluğuna büyük bir engel teşkil eden, çok geniş ve güçlü materyalist fikirlerle karşı karşıya kaldım. Hakikaten materyalist fikirler, asla gündüzün gerçek ışığını göremeyen dağlara benzerler.
Bana öyle geliyor ki, hayatın bu değersiz yönüne tırmanmaya çalışmak, insan ruhunun tamamen değersizleşmesine yol açar.
Samimiyet ve muhabbet, ümitsizlik girdabına düşen kimseler için ulaşılamaz bir duygudur. Bundan dolayı modern insan doğru olmayan şeylerin gölgeleriyle aldatıldı. Bilginin zirveleştiği bir zamanda bu nasıl olabilir?
Doğrusunu söylemek gerekirse, bütün kâinatın ruhani açıdan anlaşılması, ulaşabileceğimiz şeylerin dışında bir yere yerleştirildi. Bu ihaneti kendimize bizzat kendimizin yaptığını söylememe müsaade ediniz. Bizler önceki nesillerin rüyalarında bile göremediği maddi refahla dolu bilim çağının sisleri içinde yaşıyoruz.
Evet, kardeşlerim, diyorsunuz ki; “Biz bunların hepsini daha önce işittik.” Mütevazi bir şekilde şunu söyleyebilir miyim?:
“Her birimiz burada transit yolcularız.” Cennet hatıralarını hayallerimizde, zihnimizde taşımıyor muyuz? Kaçımız “Ruhani Esaret” ifadesinin manasını bilmektedir?
Bizler topraktan yapılmış bir mağarada değil miyiz?
Davetten kaçamayacak bir durumdayız. Zaten bir gün yolumuz kabir menziline uğramayacak mı?
Davetten kaçamayacak bir durumdayız. Zaten bir gün yolumuz kabir menziline uğramayacak mı?
Hakikatte dünyevi şeylerin geçici sahibi olduğumuzu bilmemize rağmen, niçin ben ve sizler rahat ve rehavete bu kadar çok önem veririz?
Gençlik uykusundan uyanıp önümüzdeki kabir kapısını gördüğümüz zaman, korku ve dehşetin arkadaşları mı olalım? Hastalık ve yaşlılıkta bütün ümidimizi yitirip, ümitsizlik karamsarlık denizine yelken mi açalım?
Hayır kardeşlerim! Akıl, mantık, kalp ve vicdanımızla bizler dünyevi arzularımızın hiçbirinin tam tatmin edilemeyeceğini biliyoruz.
O halde kendi kendinize sorunuz? Biz ruhlarımızda hissettiğimiz bu ihtiyaçlar için nereye müracaat etmeliyiz? Allah o kadar şefkat ve merhamet sahibi değil midir ki, sıklıkla biz O’nun varlığını unutur O’ndan habersiz şekilde yaşarız.
Bizim hayatlarımız aslında geceyi kum adasında geçiren deniz martısıyla karşılaştırılabilir. Bu kuşlar kum adasında kendilerini o kadar emniyette hissederler ki; ne var ki, denizin dalgaları onların dinlenme yerlerini yıktığında, esas evlerinin deniz olduğunu hatırlarlar. Sonra da hemen kum adasını terkederek denize doğru uçarlar.
Deniz martılarının kum adasında kalmaya hakları olduğunu düşünmek ne kadar safdillikse, bizlerin de kendi varlığımızla kısacık dünya hayatında aynı
işaretleri hissedip görebilmemiz gerekmez mi?
işaretleri hissedip görebilmemiz gerekmez mi?
Bu dünya evi bir konaklama yeridir. Ve asla ebedi kalınacak bir menzil değildir. Bu minvalde eğer kurtuluş istiyorsak; Peygamberimiz’in (sav) hayatını öğrenelim: Zira O’nun en güzel şahsiyeti (fıtratı) hakkında bilgiye sahip olmak, O’na en yakın olmak demektir.
Kalblerimizi Kur’an’ın aydınlık tayflarına çevirelim, Kur’an hakikatlarını iksir gibi yudumlayarak, kâinatın sahibi tarafından takdim edilen ebed hediyelerinden payımıza düşeni alalım.
Davete icabet ederek, kendimizi ebediyete dönüş için hazırlayalım. Bu dünyanın ne için yaratıldığını bilip idrak edelim. Ve asla gaflete düşmeyelim... Selamlar, sevgiler.
* Bizi sarsıp kendimize getiren yeni müslüman olmuş bu Avustralyalı kardeşimizin sözleri üzerinde yorum yapmayı zait görüyor, içinde bulunduğumuz nimeti ve bu elmas hakikatler uğrunda nasıl çalışmamız gerektiğini idrakini okuyucuya bırakıyoruz...
* Bizi sarsıp kendimize getiren yeni müslüman olmuş bu Avustralyalı kardeşimizin sözleri üzerinde yorum yapmayı zait görüyor, içinde bulunduğumuz nimeti ve bu elmas hakikatler uğrunda nasıl çalışmamız gerektiğini idrakini okuyucuya bırakıyoruz...
Ahmet Sadık